“Akıl hakikati yansıtan bir ayna haline geldiğinde -ki bu çok ciddi bir çalışmayı, dikkati ve gayreti gerektirir hakikatin kaynağı olan ilahi varlıktan bir iz taşır. Aklın ışığı, hakikatin bu ışığından gelir. Perde kalktığında ortaya çıkan mana, aklı aydınlatır.”[1]
Siyasi kimliği ile kendisini tanıdığımız Sayın İbrahim Kalın’ın son eserlerinden biri “Perde ve Mana” kitabına dair birkaç notu paylaşmakta fayda var. Böylelikle siyasi bir kimlikten ziyade entelektüel birikimin de günümüz siyasetinin yanında değerini göz önünde bulunduralım. Türk siyasi tarihinde ve mevcut statüsünde kültüre, sanata, edebiyata çokça yer verilmediğine dair birtakım önyargılarımız var. Bu önyargılar, aslında siyaset içerisindeki temsilcileri hep tek kimlikte görmemizden kaynaklanıyor. İşte bu düşünceye karşı İbrahim Kalın’ın eserleri ve akademik çalışmaları aslında bu anlayışı izale etmektedir. Ayrıca bu alanda da bir ekol oluşturduğu kanaatindeyim.
Sayın Kalın’ın Felsefe, İslam düşüncesi ve İslam Felsefesi konularında derin akademik çalışmaları olmuştur. İslam ve Batı kitabında da bu çalışmaların izini görmek mümkün. Ben Öteki ve Ötesi, İslam ve Batı kitaplarında; Medeniyetlerin tarihsel gelişimini ve etkileşimini, medeniyetin temel örneği Endülüs’ü ve ‘convivencia’ kavramını, batı hayranlığını ve batılılaşma faaliyetleri gibi tarihsel ve güncel sorunları ve alternatif çözümleri detaylı bir şekilde ele almıştır. Çalışmaların ana teması, İslam medeniyetinin Batı Medeniyeti tarafından ötekileştirmesinden bu yana gelen senaryoları hakikat gözlüğünden yani İslamiyet cephesinden göstermektir, diyebiliriz. İslam ve Batı kitabı çok temelli ve manidar bir çalışma, devamında ise Ben Öteki ve Ötesi kitabında ortak iyinin yer aldığı daha kapsamlı ve ayrıntılı bilgilerle konulara daha yakından hâkim olabiliyoruz. Ayrıca bu çalışmalara ek olarak önemli eserleri de Türkçeye tercüme etmiştir.
Perde ve Mana’da, diğer kitaplarda da olduğu gibi, arı bir Türkçe ve akıcı üslupla karşılaşıyoruz. Aslında bunu özellikle belirtmek istedim. Çünkü bu kadar derin, akademik kavramlar içerisinde böyle bir üslubu yakalamak oldukça kıymetli. Kalın, önsözle birlikte bize kısa kısa kitabın içeriği ve amacı hakkında şöyle bilgiler veriyor; “Elinizdeki bu küçük çalışma büyük bir kavrama yakından bakmayı hedefliyor.” Ayrıca “Bu çalışmanın amacı aklın bu bütünlük içindeki yerini göstermeye çalışmak olacaktır.”
“Latincede sapere fiili, lafzi olarak “bil” demektir. Fakat bu bilme, sıradan bir bilme değil, “hikmetle bilmek” demektir. Aynı kökten gelen sapiens kelimesi çıkarımsal/niceliksel değil, hikemî bilgiyi ifade eder. Homo sapiens, niceliksel olarak bilen canlı değil, eşya ya hikmet nazarıyla bakan varlık demektir. Cüret etmemiz gereken şey , hikmetle bilmektir” der. [2]Tüm bu temel varsayımlara karşın İbrahim Kalın çok farklı argümanlarla ve alanında ehil kişilerin makale veya eserleriyle de duruma objektif bir tarzda açıklık getiriyor. Kitabında aklı, kendi ayakları üzerinde duran müstakil bir araç olmaktan ziyade daha geniş bir varlık, idrak edilebilirlik ve ahlaki düşünce bağlamında işlev gören bir cevherdir diye tanımlar. Ve gayet sade bir dil kullanarak asıl olanı bize hatırlatıyor.
Bu risale aynı zamanda aklın o büyülü haritasını da bize çizmiş bulunuyor. Kitapta aklı her manada değerlendirerek ve bunu kaynaklandırarak, kişiyi ciddi ve iyi bir araştırmaya sevk ediyor. Zaman zaman şu sorularla; “Akıl kendi özündeki iyiliği unutup neden kötülüğe râm oluyor?”, “Kötüyü kutsayan ve meşrulaştıran akıl, nasıl bir varlıktır?”, “Kendi tabiatına ihanet eden bir akılla nasıl mücadele edilir?”[3] deyip ufka açık kapılar aranıyor. Tüm bu anlatım tarzı içinde Sayın Kalın, kitabında bizlere Descartes’le konuşturup, Kant ile sorular sorduruyor ve Horatius’un da hikayelerini dinlettiriyor.
Aklın ötekileştirilmesi hususunda ise şöyle der Kalın; “Rasyonelliğin nicel olarak ölçülebilir özellikler ve rakamlara dayalı işlemsel tercihler olarak tanımlandığı bu çağda aklın ontolojik temelleri radikal bir biçimde değiştirildi ve idealize edildi…Halbuki bizi, diğer mahluklardan ayıran ve açıkça onlardan üstün kılan (İsra, 17:70) akıl dediğimiz eşsiz beşeri nitelik, rakamlara dayalı işlemsel rasyonellik kavramının aksine esasen ve öncelikli olarak niteliksel (keyfiyete dayalı) ve aksiyolojik (değer temelli) bir zeminde faaliyet gösterir.”[4]Ayrıca kitabın her bölümünde kayda değer çok farklı terimler mevcut. Dolayısıyla bu eseri okurken not almaktan geri duramayacağınıza eminim. Özellikle felsefe okumalarını sevenler için oldukça faydalı notlar…
Tüm bu tanımlar ve kavramlardan sona asıl varacağımız noktaya bizi esenlikle ve ikna edici bir üslupla ulaştırıyor sayın Kalın. Ve ekliyor; “Dolayısıyla “ne din akılsız ne de akıl dinsiz yapabilir.” Amuli’nin naklettiği üzere Rağıb el- İsfahani, “aklın din olmadan asla doğru yolu bulamayacağını ve dinin de akıl olmadan asla bir açıklık kazanamayacağını çarpıcı bir berraklıkla dile getirir. Aynı fikri Me’aricül-kuds adlı eserinde geliştiren İmam Gazali şöyle der: “Bil ki akıl ancak din ile hidayete erebilir. Din de ancak akıl ile açıklık kazanıp anlaşılır hale gelebilir. Akıl temel, din de bina gibidir. Bina olmadığında temel bir işe yaramaz. Temel olmadığında da bina sağlam durmaz.” [5]Cenabı Hak temeli sağlam olan binalar inşa etmeyi nasip etsin.
[1] İbrahim Kalın, Perde ve Mana, Sf:57
[2] İbrahim Kalın, Perde ve Mana Sf:23
[3] İbrahim Kalın, Perde ve Mana Sf:8
[4] İbrahim Kalın, Perde ve Mana Sf:16
[5] İbrahim Kalın, Perde ve Mana Sf:49