“Sizler gerçekte yaşadığınızı zannediyorsunuz.
Elinizde hangi sağlam kanıt ve mantık var.”
Modern İran Edebiyatı yazarlarından Sadık Hidayet’in, Diri Gömülen kitabını yıllar sonra yeniden okuma fırsatım oldu. Diri Gömülen, Hidayet’in ilk öykü kitabı niteliğini de taşımaktadır. İtiraf etmek gerekirse, Sadık Hidayet’in eserlerini tavsiye ederken yoğun dönemlerinizde okumayın diye ısrarcı davranıyorum. Çünkü kitaplarında genellikle yalnızlık, hüzün, ölüm ve sessizliğin hâkim olduğu hikâyeler mevcut. Kör Baykuş kitabında da bunun çok örneğini görmüştük. O hayale sığmaz buhranlı tasvirler, sorguladığımız özneler, ölümle baş koşmalar vs… Konunun böyle olması çok şaşırılacak bir durum değil belki, fakat yazarın o etkileyici tasviri, hüzünlü üslubu kitabı elinizden bıraktıktan sonra sizinle beraber her yere gelmekle meşhur.
Yine de bu ağır kasvetli hikâyelerin, Sadık Hidayet’e özgün bir üslup olduğunu bilmek kitabı merakla okutuyor. Sadık Hidayet, İran Edebiyatında her ne kadar önemli bir yere sahipse de kitapları maalesef kendi memleketinde yasaklanmıştır. Sadece İran’da değil Fransa’da da Hidayet’in birçok kitabının bulunmadığını biliyoruz. Belki de onca yok soymakla ve yasaklanmalarla diri gömülen Sadık Hidayettir, kim bilir… Yıllarca şahsına ve eserlerine yönelik ötekileştirilmiş bir algıyla ömür geçiren Hidayet’in, eserlerindeki o evhamlı tasvirler zamanla size yabancı gelmemeye başlıyor. Hatta bazen öyle gerçekçi geliyor ki, şunu sormadan yapamıyorsunuz; “Acaba bunu yaşamış olabilir mi?” Örneğin, ardından ve hayatta iken konuşulan, afyon bağımlısı olduğuna dair bilgiler mevcut. Peki, hikâyelerinde ki afyon tiryakisi karakterler bir nebze de olsa gerçeği yansıtmaz mı?
Sadık Hidayet’i okuyan herkesin iç çektiği bir kısım vardır. Bu onun eserlerinin aslında duygu boyutunda da evrensel olduğunu gösterir. Hayatını çok acı bir şekilde (kimine göre asil) sonlandıran Hidayet bana hep, keşke daha çok yasabilseymiş dedirtti. Çoğu zaman, yenilgiyi baştan kabul etmiş gibi bir hayatla karşı karşıya kalıyoruz eserlerini okurken. Örneğin kitabın bir bölümünde şu ifadeler hayatına bir ayna tutmakta; “Hiç kimse intihara karar vermez. İntihar bazılarına mahsustur. Onların yaradılışında vardır. Herkesin yazgısı alnına yazılmıştır. İntihar da bazı kimselerle birlikte doğmuştur.”
Hidayet, ayrıca Rilke ve Kafka’dan da etkilenmiştir. Bu durum ve dönemin zihniyeti ile beraber yaşadığı sıkıntılar eserlerine de şeffaf bir şekilde yansımıştır. “Diri Gömülen” kitabında da bunu ilk hikâyeden fark edebiliyoruz. Kitap dokuz hikâyeden oluşuyor. Benim en çok hoşuma giden hikâyeler ise; Hacı Murad ve Hayat Suyu idi. Hacı Murad’ı okurken bile Sadık Hidayet’in hayatından izler buldum desem yalan olmaz. Mesela hayatı boyunca ruhban sınıfına ve monarşiye karşı çıkmış ve bunun için mücadele etmişti, hikâyede de buna benzer hem hüzünlendiren hem de güldüren bir olay yaşanmaktadır. Hidayet eserleriyle karşı çıktığı konulara da çok net tavır belli etmiştir denilebilir. Diri Gömülen, ilk başta okurken size Kör Baykuş’u hatırlatsa da, bambaşka bir eser olduğunu hikâyeleri okudukça anlıyoruz. Kitabın sonuna geldiğimizde bizi esintisi ile ferahlatan bir hikâye ile karşılaşıyoruz. Hayat Suyu. Ben o hikâyeyi okuduğum da önceden dediğimi tekrarladım;” Keşke Sadık Hidayet bu dünyayı terk etmeseydi…”
Hayat Su’yu esasında Hz. Yakup ve Hz. Yusuf peygamberin kıssasına atıf yapmakla beraber özgün üslubu ile başka biçimde anlattığı bir hikâye. Ama bir peygamber kıssası kadar manidar olduğunu söyleyebilirim. Eserlerinde ki karamsarlığın yanı sıra çok da güzel latif bir yanı var Hidayet’in. Bunu o nüktedan üslubundan dahi anlayabiliyoruz. Diri Gömülen ‘de geçen hemen hemen her hikâyenin köşe başında yazara rastlamak mümkün… Erken kaybettiğimiz bir yazarın geç fark ettiğimiz eserlerini ancak bu şekilde yorumlayabiliyoruz. Karamsarlığın kralını ve ilk yapıtını erkenden tanımak ve mücadelesini anlamak ümidiyle…
“İnsan hayatta edindiği deneyimlerle tekrar dünyaya gelip yaşantısına çekidüzen verebilseydi ne iyi olurdu!”
Sadık Hidayet